Popüler Yayınlar
-
üç silahşörler aslında tek kişidir. Dartanyan aslı d'artagnan o meselenin de işte neyse.Velhasıl kelam atos portos aramis zamanında çok ...
-
Kaza ancak bir düzen içinde mümkündür. Sanat eserinde sanatçının planı dışında kendiliğinden ortaya çıkan rastlantılar, ancak bir disiplin,p...
-
Almanlar Yenilince Bizde Yenilmiş Sayıldık Evet güzellik geçici bir kavramdır anneden kızına o...
-
''Dünyayı dolaşan gemici Ulyyse ile yalnız zanaatkar Robinson'un hikayesindeki evrensel toplumsallaşma, bu nedenle,bur...
-
Bu gün bir katilim ben ve öldürdüğüm hep iyi düşüncelerdi. En umutlu, en sevecen, en iyilerini bulup öldürdüm. Silahım gözyaşlarımdı ve so...
-
Bazen duyguları tarif edecek yeterli kelime yoktur.. Susarsınız.. Yüzünüze engel olunması imkansız bir gülüş yerleşir.. Yüreğinizi saran ...
-
Sinema kuramına absürd terimini ekleyen dahi yönetmen David Lynch: Herşeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha i...
-
Bak bununla ilgili bir örnek vereyim dahada somutlaşır aklında topladıkların. bırak dağınık kalsın. Aralarında Frued ve Klein'nin de ...
-
bir yağmur sonu kokusu tarifinden oldukça meçhul katli vaciptir,insandır, eti az yanmış telef olmasın hesap kabarık nede olsa fakir.şehi...
-
Ger çekten bana biri şu kadar ömrün kaldı falan desin de hayatı hissedeyim istiyorum. Sanki kendimi bıraksam şimdi ayaklarıma yığıl...
30 Aralık 2011 Cuma
Asimetrik SAVAŞ Bombası
katli vaciptir,insandır, eti az yanmış
telef olmasın hesap kabarık nede olsa
fakir.şehit kalanlara bedelli amentu billahi
yangın kokusu yağmurdan sürklase
kaçak yasal değil ana sütü kadar helal
haram olan,vergi yakan tayyare bombası
menzili yün yorganlı evlerden ırak
kan içinde soğuktan açan kar çiçekleri
taşımayı on ikililer yapıyor araba modeli değil
henüz ve daima çocuk....
24 Aralık 2011 Cumartesi
BENİM DÜNYAM
Şu televizyon var ya çıksa karşıma ve sorsa:
-nasıl bir dünya istersiniz?
-şu ankinden farklı
-nasıl farklı?
-televizyon istemem mesela kendi dünyamda
-efendim çekim yapıyoruz sorularımıza DOGRU ve DÜZGÜN yanıtlar verin lütfen.
-ama bu dünya KENDİ dünyam olacaktı doğruluğuna yanlışlığı…
-teşekkür ederiz
-ee ben de teşek…
Sorduğu soruyu kendi cevaplamayan bir dünya istiyorum. Cümle kurmanın suç olmadığı. Cevapların klişe olmamasını istiyorum. Nasılsın sorusuna düşünmek ve yalnızca iyiyimin yeterli olmadığı dünya.
Kötülüğe son vermek kadar zordu onu kabullenmek. Ya da zaferi kazanmanın hazını vermiyordu, kaybettiğinde sırıttığın arkadaşlarının sana gülmesi. Ağlamanın gülmek kadar ihtiyaç olduğu toplumda yaşamak istiyorum.
Bahçe kapısını aralamak ve bakmak bahçeye. Ne kadar bilgi sahibi eder bahçe hakkında. Ağlayan bir insan görünce derdini sormak ve derdine ortak olmak ne kadar zorsa ya da sözcükler boğazında düğümlenirken geri kalan duyguları ifade etmek ne kadar gereksizse. Anlamak için bilmek gerekliyse. Bakışların anlaştığı yerde cümleler gereksizse. Cümlelerin yarım kalabildiği ve bunu kimsenin sorgulamadığı yer. İşte orası benim yaşamak istediğim dünya.
12 Aralık 2011 Pazartesi
MUTLULUĞA YOLCULUK
Bu sabah yola çıktım. Mutluluğa doğru gitmeye çalışıyorum. Bu yolda kimi zaman yalnızım kimi zaman kalabalık. Ağzımda değişik mırıldanmalar var bana ait. Yolun uzunluğunu bilen yok, yakınlığını uzaklığını da. Varacağımız yerin nasıl bir yer olduğunu bilen yok. bazen duyuyoruz birileri varmış oraları görmüş diye. Ama sonra yolda görüyoruz onları da, cümleler ortak vardık zannetmiştik, sanki içinde gibiydik ama yanılmışız, işte yine yollardayız. Bazen biz de vardık zannediyoruz, diyoruz, burası orası olmalı, sonra hüzünler geliyor yine ve biz yine yollara düşüyoruz. Herkes umutlu varacağına. Hiç karamsar görmedim yollarda. Zaten oraya varınca tüm dertler bitecek dediler bize. Mutluluğun komşusuymuş sevinçler, gülmeler, eğlenmeler. Biz oraya varamadık, oraya ulaşanı da görmedik ama yoldayız daha.
Hani sorularımız vardır bizim ‘cevaplanamayan sorular’. Mutluluğun yeri de bu sorulardan işte. Kimse cevap veremez. Bazılarımız bu soruların peşinden gider, bazıları cevabını bulamayacağını zannettiği için duymazlıktan gelir, bazıları duyar ama hiç umursamaz. Hangisi doğru? Hangisini yapmalıyız ya da hangisini yapmamalıyız?
Cevabı bilmiyorsan yorum yapmak ya da tahmin etmek artık serbesttir. Buna uğraşmayanlardan ya da boş olarak görenlerden farkını ortaya koymak için bir fırsattır ve benim tahminim mutluluk içe yolculuktur. İnsanın kendi kendisini öğrenmesidir bazen yalnız bazen 2 kişi bazen kalabalıkla. Bu yüzden yolculuk bitmez.
1 Aralık 2011 Perşembe
U-MUTSUZLUK
30 Kasım 2011 Çarşamba
İNSANLIGA VE BANA
Geçmiş... ken'li geçmiş zaman
Çağ kılıf peşinde zamana,
23 Kasım 2011 Çarşamba
Aşiyana Mektup,O Koca Gövdeli Ağacın Altında Yazana...
Yıldırım Türker'den Mektup Var... (şuraya bir imza,teşekkürler Prenses...)
sana bu gecikmiş mektubu yazmaya oturduğumdan beri belleğime bir fotograf gibi kazınmış olan o görüntüden kurtulamıyorum. üstünden on yıllar geçmiş. ankara’dayım henüz. edepsizcesine gencim. hayat, sanki her köşebaşında pusu kurmuş, bana serüvenler hazırlıyor. yüreğim ağzımda geziyorum sokaklarda. bir gece, neden çağrılı olduğumu hatırlayamadığım bir evde... birkaç kişiyiz. önden giriyorum. salona adımımı attığım anda bir film karesine sızmışlık duygusu. boş salonda, geniş kanepede tuhaf bir kedi uyumuyla oturan ince, sarışın bir kadın. nedense o an; seni ilk gördüğüm an belki de yakalayabildiğim tek an. sonrası hep izini sürmek oldu. pavese’nin izini sürdüğün gibi.
sen zürih’e giderken yazışmaya karar vermiştik. belki bir kitap yaparız sonra, demiştin. ama olmadı. notlarından birinde diyorsun ki, “özlem duygusu bende giderek ölüyor. ancak çok sık gördüğümü ya da ölenleri özlüyorum. ardından ‘kalanlar’ adıyla basılan kitabında en yoğun şiddetle hissettiğim cümlelerinden biri bu oldu. sana yazamadım. sen de yazmadın. işte ben seni şimdi çok özlüyorum.
seni özledikçe unutuyorum. gün günden sisler içinde yitip gidiyorsun. bellek yitimi gibi. seni unutuyorum. yazdıkların, senden bağımsız metinlere dönüşüyor. o an korkuyla fark ediyorum, onları yazan insanı hiç tanımamışım gibi merak ettiğimi. yazdıklarını yeniden okurken, onları yazan yazarı, insanı, kadını, tanımadığım o kişiyi kafamda kurarken yakaladığım oluyor kendimi. sarışın, ince bir kadın kuruyorum. yine güzel, yine şaşırtıcı boğuk bir sesle kesik kesik konuşup sigaralar içen bir kadın. kendimi yakaladığım zaman senin yazdıklarına ne kadar benzediğini düşünüyorum.
seni hatırlamak, gitmek gibi bir şey. belki hep ‘gitmek’i yazdığın için. can yakıcı.
bir yanıyla da yük atar gibi, ama her şeyi terk ederken dahi durmadan dönüp ardına bakan insanların gidişi gibi. bir daha hiç geri dönmeyenlerin gidişi gibi.
‘çocukluğun soğuk geceleri’nde, ‘pazar günleri... şimdilerde... sokak aralarından geçerken... gözüme picamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlanmışsa... odaların içine asılmış çamaşırlar görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayınlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek... isterim hep” yazan, çoktan gitti.
“bir ana ve babadan olma değilim... doğumum bile bir kökünden kopma idi. köklerimi hiç aramadım. içerisinde severek yaşayabileceğim arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi. annem ve babam gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana” diyordun notlarında.
şimdi şu dünyayla barışmışların çağsamayla andığı o korkunç sıkıntıyı, o orta sınıf cehennemini, kendine hiç acımadan, bir tek sen yazdın. kuşağının, sınıfının, bütün güdük oyunların mızıkçısıydın.
çocukluğunun geçtiği yerlerde gezindim birkaç kez. çelebi apartmanı’nı aradım. o yangın mahallelerini aradım. saat kulesinin önündeki alandan kalkan otobüslere bakıp seyahat edenleri gıptayla seyreden, içinden ‘bir gün uzak dünyaları ben de tanıyacağım’ diye geçiren o küçük kızı aradım durdum. o eski yangın mahalleleri bütün şehir gibi değişmişti. oysa o can sıkıntısı, o küçük kız çocuklarının üstüne basan hayat olduğu gibi sürüyordu.
öğretmenleri, doktorları, babaları ve polisleriyle üstüne saldıran dünya seni acıttıkça yazdın. yazı, sana hep acı verdi. yazarken adeta fiziksel bir acı çektiğini anlatmıştın bana. yazıyı sorguladın. sözcükler sana hiçbir zaman yetmedi. ama onlardan başka sığınacak yerin yoktu.
seninle uzun uzun deliliği konuşmuştuk.
hep dünyanın kıyısından sarktın.
elektriğin sağaltıcı gücüne büyük inanç besleyen iktidara çarptın. yenilmedin. hep kendin oldun. sonuna dek kendini ‘buzda bir balık’ gibi hissettin. hep,
‘bağımsızlık, özgürlük, uyum sağlamak zorunda olmamak’dı özlemin. kısa yaşadın. hayatından olağanüstü bir güzellik kaldı geriye. şimdi sana ancak pavese için yazdıklarını tekrarlayabilirim: tezer özlü; “bu kahrolası yeryüzünün büyük yalnızı. seni ne denli seviyorum
Bu yazı 30 ağustos 2008 günü Yıldırım Türker'in Radikal gazetesi'ndeki köşesinde yayınlanmıştır...
link : http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=896133&Yazar=YILDIRIM%20T%DCRKER&Date=30.08.2008&CategoryID=97
18 Ağustos 2011 Perşembe
Oruç Kapitalizmi,Kapitalizm de Orucu Bozar !
Gücü ve serveti elinde bulunduranların paylaşmaya yanaşmadıklarını vurgulayarak, birlikte mutlu yaşamanın bu şekilde mümkün olamayacağını söyledi. "Nerede haksızlık ve sömürü varsa buna karşı çıkmak için biz orada oluruz" diyen Önder, adaleti ve kardeşliği sağlamanın formülünün paylaşmaktan geçtiğine işaret etti.
Karikatürist Metin Üstündağ, yazar Tuna Kiremitçi, Murat Menteş, Samed Karagöz, Kemal Egemen İpek, oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Hatice Meryem, şarkıcı Aylin Aslım, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de iftara destek için Taksim Gezi Parkı'ndaydı.
30 Haziran 2011 Perşembe
bukowski demişken siz o hikayesini biliyor musunuz ? bunu bilemezsiniz çünkü yeni uydurdum
14 Haziran 2011 Salı
Dört Kafadar, Üç Silahşör
neyse kelepirden bir bar düşürmüş bizimkiler başlamışlar can ve başla çalışmaya revize edecekler bizim andavallar. Dartanyan tam bir köylü kurnazı hoş görünsün istemiş almış tuvâli başlamış boyayı çalmaya her vuruşunda farklı bir yer görmüş her vuruşunda bir ışık görmüş,başlamış kahinliğe Nostradamus misali . gel gelelim Atos'a iyi bir bir çocuk yalnız 'r'leri söylemeye zorlanırmış babası Van Gevaşta bulunan Artos dağının ismini koymuş lakin Atos yedi yaşındayken ölmüş babası, yavrucağız 'r'leri söyleyemeyince... durum böyleyken böyle sevgili okur... efendime söyliyeyim Portos boyu uzun iri kalıplı ama ne esmer ne de kavruk babası gitar çalmasını çok istiyormuş ama gelgelelim hem boy uzun hemde iri kıyım demişler ki bundan sanatçı olmaz bakmış öyle olmayacak o da herkes gibi politikaya atılmış aramise oldukça hayran çok iyi tasvirler yaptığını ve çok fazla terim bildiğini düşünüyor aramisin bu arada ondan geri kalmamak için durmadan ucu açık laflar edip duruyor . anlayacağın onun için felsefe mantık düzeyi makul akla gelmemiş sorular ve aforizmalardan ibaret. Aramis çağırmış portosla atosu başlamış anlatmaya barı nasıl dizayn etmeleri gerektğini bakın arkda devamlı glissando bir müzik olcak içlenecek herkes ama farid farjad gibi değil biraz daha farklı bilen bilir burda adamı en iyi sabâ makamında bir şarkı kaldırır. işin aslı insan unutmak istemediğinden dinler arabeski. neyse loş bir ortam muhakkak olmalı Ermeni'nin(Dartanyanı kastederek) boyadığı tuvallerin altına loş ışık koyun başka ışığa gerek yok
neyse gelgelelim kurar bizimkiler barı , işler tıkırında atos müşterilerle ilgleniyor tek derdi aramis'in neden jagermeister satmalarına izin vermediği. aramis gün boyu kasada oturuyor ve babasının ölmeden önceki son sözünü de çerçeveletmiş kasanın arkasına asmış söz ise şöyle söz gümüşse sükut meşrebini bilsin. atos ne kadar hızlı çalışırsa o kadar fazla para kazanacağını düşünüyor ve gün boyu bar içinde koşturup duruyor dartanyan elleri un içinde balık kızartırken düşünüyor... un sessizliği,unlar yere düştüğünde ses çıkarmaz, çıkarmak istesede boyun eğmek zorundadır sessizliğe kim bilir belki istedikleri için yada uzay boşluğunda ne konuştukları anlaşılmasın diye evet evet
portos mutfağa girer:
- un sessizliğinden daha önce hangi yazar bahsetmişti ya hatırlamadım.
Dartanyan: ne yani bu konudan daha önce bahseden mi var ?
portos: tabi lan sen buldun diye mi neşredecen bize kimdi hatırlamadım halikarnas balıkçısı mıydı ?
dartantan: Cevat şakir mi bahsetmiş bundan bilmiyorum ama bu şimdi burda benim aklıma geldi ne yani geçmişte onun aklına geldi diye ben bulamazmıyım bu nasıl bir kaidedir.
portos: bırak şimdi mantıklı ol biri sana sorsa deski dartanyan un yere düştüğünde ses çıkarır mı ? ne cevap verirsin tabiki hayır dersin değil mi bak lan 5 yaşındaki bebeye sorsan söyler bak oğlum anladın mı?
Dartanyan: bu mudur yani bakış açın biri sana sormasa ne bok yiyeceksin peki o zaman aklına gelecekmi sen düşünmezsen kim sana soracak.
portos: ya saçma sapan konuşuyorsun ne yani iki boya çizdin tuvale diye sanatçı mı diyecez sana ne bekliyorsun bizden siz bu ermeniler varya neyse şimdi başlatma meşrebinden
bunun üzerine Dartanyan tüm eşyalarını alır ve kimseye bişey demeden ayrılır bardan
portos:heee laaan un sessizliği Edip Canseverin sözüydü lan o tüh adama da yanlış söyledik
portos: Darttttaaanyaan, Darttaannyann nereye gitti lan o
Aramis: Ermeni gitti artık 3 kişiyiz tabela siparişi verdiğimiz firmayı ara çabuk dört kafadarlar ismini iptal etsin üç silahşörler koysun
Aramis: nasıl isim hacı afillii,değil mi ?
11 Nisan 2011 Pazartesi
kimdir Bu Nurullah Ataç ? Paragraf Sorularının Gizli Öznesi
-Ne? Ne de olsadaki olacak olan
-Tamam tamam sustum...
Not: kim ne derse desin Nurullah Ataç'ın edebiyata katkısı, İzzet Altınmeşe'nin benin sanata olan katkısından daha fazladır.
8 Nisan 2011 Cuma
muhabbet (g)eyik
-Latif Bey Sayın Demirel açılışa gelecekmiş doğru mu ?
Latif:
-valla telefonda o manada bir şeyler konuştu sırf senin hatırın için gelecem Latifcim dedi yani o tarzda konuştu.
Sezgin:
-Latif Bey, peki madde mi ağırdır mana mı ?
Latif:
- Bunlar fuzuliden şeyler sezgincim baksana millet aç aç
Nazmi:
-merak etme Latif memlekette kimse senin kadar aç değil
Sezgin:
-Fuzuli değil latif bey ağır romandaki o ibne sormuştu aklımda kaldı hani sormasa bu kadar aklımda kalmaz o mu sormuştu o delikanlı mı ?
nazmi:
-yalnız vizontele değil sinemada aptal yapıyor insanı...
7 Nisan 2011 Perşembe
İtaatsiz...
Dağlar denize dik bakıyor,itaat etmezcesine
Gelenekler alayın konusu olmuş asker nezdinde.
Karakollar bir yığın insan besliyor haktan muaf.
Cennete yatırım yapanlar kıbleyi burada arar oldu.
İsrafil iyi bir virtiöz olmuş konseri var birazdan.
Bu sefer çok öldürdüler sabıra itaat etmezcesine.
Kim sorgulayacak bunları tarih mi ?
O kendini yenilemekten aciz ;
Yorgun geldi hafızası kaldırmıyor artık
Görkemli insan öldürenleri...
6 Nisan 2011 Çarşamba
En Zor Alışkanlık, Yalnızlığa Olan Alışkanlıktır.
şakası bir yana nihilizmin en büyük ilacı zamandır.bunu öyle üç yüz cümleyle anlatacak kadar edebim yok çünkü zaman her şeyi yok eder. yokta zaten hiçin familyasından gelir (hiçgiller)...en başarılı nhilist yazar HİÇ yazısı olmayandır.
-ne yapıyorsun hiç ,
-hiç yapılır mı hiç,
- s.ktr git lan p.ç !!!
Eşekten Doğma Katır, Ne Hal Bilir Ne Hatır
bu Japonya s.çtı dünyanın sistemine.Nisan ayında kar yağar mı yahu yahu ne lan doğrusu yav yav kuzey yarım küreye. Radyasyon acayip bir şey işlevi varken zarar vermiyor tesisten çıkınca ortalığı rezil ediyor . elle tutulup gözle görülen bir şey değilmiş altıncı hisle fark ediyorsun böyle aşk gibi kımıl kımıl ... Hani elle tutulan bir şey olsa silahla filan insan öldürseydi Türkiye'ye gelince, tutardık bir vatanını seven genç katil vururdu sonrada çocuk mahkemesinde yargılanır üj bej senede çıkardı herkes rahat ederdi .
seçimler geliyormuş aman diyiim kanmayın aslında böyle bir konu açma fikrim yoktu ama bir danimarka atasözü diyorki ;vaadler memleketinde insan açlıktan ölürmüş. valla ne güzel dedin bu güzel ama en güzeli rakı balık valla
0.7 uç kullanırken yanında 0.5 uç taşıyanlar Dünyanın en iyi insanlarıdır heleki sınav zamanı.
İnsanlar sadece en zor anlarında düşünür. ee hayat zor be güzelim ne yaparsın her zaman düşünmek gerek ama düşününce okkalı düşünür ha kendince zor anında düşünen çok acayip replikler çıkar ortaya
-çok uzağa gitmiş olamazlar.-haa anladım- yani ağbi şimdi bunların hepsini sen mi ? yumurtadan çıkan civcivdir akıllım onun için yumurta tavuktan -hayat, siz birşeyler becermek için planlar yaparken kaçırdıklarınızdır.
insan biraz düşününce (mantığı bi kenara bırakıp) bişeyler buluyor
maymundan geliyoruz değil mi? peki ozaman neden hala maymunlar var değil mi?
2 Nisan 2011 Cumartesi
MERDİVENE GAZEL
zaman durmaz akardı ellerimden saatlerim size kurulu
çalınırdı her gece ahir zaman avuçlarımdan
bela satan bakışlarım saklanırdı düşlerinizde yüzünüz sürmeyeceğim
beklemeyin siz hiç ellerimi gitti o dönmeyecek
HİÇ bir şey
6 Şubat 2011 Pazar
TRAJİK TİYATRO SUÇLULUĞU
bırak dağınık kalsın.
Aralarında Frued ve Klein'nin de yer aldığı psikanalistler Yunan trajedisini ve suçluluğunu haddinden fazla sorguladı. bir bakıma karanlık bırakılan nokta bulunmuyordu. Trajedideki ailevi kıyımlar Yunan halkını nasıl heyecanlandırabilmişti. Dönemin gündelik tarihçilerinin konusunun bunlar olmadığı gerçekti.
en yeni yurttaşların kendileriyle özdeşlik kurdukları bu piyeslerin örgüsü acımasızdı. medea kendi çocuklarını öldürür.Clytemnestre kocası Agememnonu öldürür. kız kardeşi Elektranın kışkırttığı Oreste anneleri Clytemnestre öldürür. Oidipus babası Laiosu öldürür... bu temalar seyirci için öylesine farklı ihtimalleri içerir ki aslında üç basit ve anlamlı trajedi yazarıda seyirci tarafında ailevi suçluluğa zorlanır. Eschyle, Sophokles Euripus anektodlar bakımından da zengin olan mitoloji ve efsanelerin niçin bu yanı öne çıkamamıştır ? Seyirciler ve yazarlarda o koşullarda, ne uyandırmıştır.
Geleneksel toplulukları yapılandıran -ailesi - araştırmacı antropologlar bu soruya cevap verme yeteneğinde Klein ve Frued'i saf dışı bırakmışlardır. Kleisthenes reformuyla birlikte topluluğun parçalandığını hatırlayalım. ilk kez 'demos'u oluşturan şey kamusal alanda belirmiş olur ve kendi mantığını politik örgütlenmeye dayatır'. toprak aristokrasisi ve din adamları tarafından ezilmiş olan Atina'nın ikdisadi atılımının kökenindeki toplumsal kategoriler yalnızca politik kategori olmakla yetinmez. iktidarıda ele geçirir. topluluk bireylerinin beni ancak toplulukla iletişim içinde işlev görebilir. topluluğun parçalanması ister istemez ego parçalanmasıdır. psiko-ailevi şema hem topluluğu hemde ailevi örgütlenmeyi yapılandırıyor ise trajik kurgu için birinin diğerinin yerini tutabileceği kolaylıkla tahayyül edilebilir.Yunan trajedisinde ailevi kıyımlar sahneyi işgal eder. çünkü bunlar seyirciye ulaşırken kötü duruma düşürülmüş toplulukta yankı bulur.iki düzenin (genos ve demos ) bu çatışmasının açıkça ifade bulmuş olması vakidir. Antigone, erkek kardeşini Philia adına toprağa gömer ve agoranın ettiğine karşı çıktığı için kendide ölümle karşılaşır. geleneksel ailevi ve dini değerler. demokratik sitenin yurttaşlık yasalarıyla çatışır. bu dramlarda her yurttaş bireye nüfuz eden çatışma tanrısal adaletin (genos) yazılı olmayan yasalarıyla yeni politik yasalar arasındaki karşıtlık ifade bulur. ikinci karşıtlık çifti ise ; Fromm'un ''özgürlük korkusu''diyeceği şey karşısında Oidipus'a şunları söyleten yepyeni insan özgürlüğünün karşısına yazgıyı çıkarır. edimlerimin uygulayıcısı değilim ben, onlara maruz kalıyorum. Gerçekten de ailevi kopuş - dolayısıyla parçalanan topluluk metaforu- öldürme gibi aşırı nedeni niçin alsın ? burada frued'un bir metni devreye girer '' yas ve melankolik'' en azından yol almamızı sağlayacaktır. Fruede göre yas ; sevilen bir kişinin yitimine gösterilen düzenli tepkidir.yada Fratri özgürlük ve ideal gibi özgürlük ve ideal gibi sevilen kişinin yerine geçmiş duygusal tepkidir. yasta özne neyi kaybettiğinin kendi dışında bulunan şeyi bilir acı verici çalışma kaybedilmiş olan şeyin ayırıcı ögelerinden her birini içselleştirmekten ibarettir. bunun için zaman gerekir. Frued hayatta kalanların normal olarak hissettiği duygusundan bahseder. bu duygu yitirilen kişi karşısındaki eski iki değerliliklerin kaçınılmazlığına tanıklık eder. geçmişte kalmış bilinç dışı saldırganlık arzuları sanki büyülü bir şekilde gerçekleşip onun ölümüne yol açmış gibi ölmüş kişiye haksızlık etmiş olmaktan dolayı kendini suçlamak çok yaygındır.
28 Ocak 2011 Cuma
Çağrışım Yapmalı...
-Soldaki gri
-Sen ne yapıordun o saatte peki camda?
-Ya hava duman filan ama aramızda kalsınn onlar bilmiyor.
-Neden balkonda değildin peki çocukk hıı hıı ?
-Peki ya kaç kişiydiler
- 20li yaşlarda bir kadın tek başına
-senden başka kimse görmedi öyle mi? bizi yalnış yere kitliyorsun dostum oraya kitlenmemek lazım
- Hadi ama anlattıkların sana bile mantıklı gelmiyor gece saatlerinde burda bi kadın kaldıramayacağı ağırlıktaki kasaya çalmaya çalıştığı arabaya yüklerken o kadar ses yapıyor ve senden başka kimse duymuyor öylemi ?
-Bana neden inanmıyorsunuz bayım
-Rüya olmadığına inandır beni
- Gerçekten rüya mı bilmiyorum ama gerçekten oldu ve ben yaşadım bayım siz hiç bu durumda kalmışmıydınız yani gerçeğin hiç inanılmayacak kadar saçma ama inanılası kadar güzel ve inandırmak için ferdi çabalrımdan başka....
- Onlar sadece inanılması gereken rüyalarda olur ve bi yerden sonra saçmalar onlarda tıpkı gerçeğin saçması gibi ve siz koca pislikler sadece size benzeyenleri kabullenirsiniz bize asla inanmazsınız çünkü aynı düşüncede değiliz ondan değilmi biliyormusun çocuk geçen gün sizden bir pisliği kovalarken 46/8 deki bahçe duvarına tosladım ve kahrolası kaportacım bana 2000 dolarlık bir kasko ödemesi gönderdi.
-İyi işte kasko ödemedi mi ?
-Evet çocuk işte bende bunu diyorum kaportacım bile dolandırma çabasında. ve sizin gibiler sadece maaş ödeneği olduğu için fiş istiyorsunuz. ama kahrolası yerin kalkınması lazım çocuk anlıyormusun
-Senin adına üzülmelimiyim bilmiyorum bayım
- Joseph
- Efendim anlamadım dediğiniz
- Bana joseph de adım joseph
-Anlamı nedir.Biliyor musunuz?
-.........
-Tamam bayım ımmm yyanii bay joseph!!!
-Ve şimdi bana arabanın rengini söyle hangisiydi
-Şu soldaki gri araba joseph işte dediğim gibi
-Heyy dostumm az önce sağdaki demiştinn
-Hayır soldaki dedim bayım
-Bman tanrım az önce ve çok iyi hatırlıyorum evet bir defa da kabullenin yaptığınız hataları sizi gidi madde bağımlısı serseriler o bok kafanızda artık tek bir canlı yok
- Bayım sanıyorum polisler görevdeyken esrar kullanmazlar
- Eğer bir kelime daha edersen polisi kandırdığını bildirip seni meksikalıların kaldığı kodese tıkarım
-Şey tamam joseph sadece şakaydı ve değin gibi sağdaki gri arabaydı dostum.