Bu gün iki avucumu dolduracak kadar güneş çaldım gökyüzünden. Ceplerimde sakladım. Omzuma gelen otların arasında buldum tüm kaybettiklerimi. Avucumda kalan güneş kırıntıları dünyamı aydınlatmaya yetti. Otobüs yolculuklarında bir şeye benzettiğim o bulut güneşin önünde erirken anlatmak istiyordu seni bana. Peki neydi bu kadar gökyüzünün anlatmak için can attığı şey hı ? Gökyüzü hep bir ağızdan anlatırken seni,bir çiçek kopardım hamurum olan topraktan, her isminin zikir edilişindeki bu heyecan artık seni hatim ettiğim anlamına geliyordu beraber girdiğimiz ayıp ibadetlere inat...
Geçmişte kalan anılarımız geliyor gözümün önüne ve fısıldıyor kulağıma,her yastığı hissedişimde.Aramızdaki zaman farkı benim seni geçmişte bıraktığımın kanıtı mı bilmiyorum bunu ne kadar güzel anlatmak istesemde hoş görünmeyecek artık eski de kalmış bir aşk... Büyükler o köprünün altından geçen suları seyre devam etsin ve bunu bir ders konusu yapsın ancak seninle ilgili artık benim derse ihtiyacım yok
Gökyüzünden çaldığım güneş yerini karabulutlara bırakırken bile bu bir aşkı anlatan yazıydı ve karabulutlar bile masum geliyordu bana.Sırf kurumuş kalbini ıslatmak için sağnak yağmurlar sıralarını bekliyordu.Karda oynayan eldivensiz çocuk kadar hissizdi kalbim artık. Yaşadıklarım sadece bir hayalden ibaret miydi? Hatırlamıyorum. Neden her defasında Genç Werther ben oluyordum. Ve beraber ağlıyorduk intiharımıza gözlerimiz dolup ruhumuz ağlarken,bu sefer engel olamıyorum yarattığın sızıya.Bana geçmişsin gelecek dolu... Susuzluğun içimdeki nehir kadar uzun,melodileri ruhuma işleyen çığlıksın suskunluğundan korktuğum
İki elinle kaç duyunu kapatabilirsinki; Kokunu hissedip ruhunu görmemi şarkımızı söyleyemeyi sağlayabilirmisin?Bana hiç seni yaşamamış olmayı kanıtlayabilir misin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder