Popüler Yayınlar

26 Aralık 2010 Pazar

çizilemeyen mutluluk

Bazen duyguları tarif edecek yeterli kelime yoktur..
Susarsınız..
Yüzünüze engel olunması imkansız bir gülüş yerleşir..
Yüreğinizi saran mutluluk gözlerinizi de ele geçirir..
Ve siz o kelimeyi bulamazsınız..
Bu muhteşem duyguyu ifade edecek kelimeyi bulamazsınız..
Teşekkür edebilmek için telefon açarsınız, bu mutluluğa sebep olan kişiye..
Ama hiçbir şey söyleyemezsiniz..
Susarsınız..
Gülümsersiniz..
İç çekersiniz..
Neyse ki O anlar sizi..
Ve der ki: “Anladım ki gerçek mutluluk, karşındakini mutlu edebilmekmiş.”
Ve siz, sizi mutlu ederek mutlu olan bu insan karşısında yine susarsınız..

Susmak yeterli bir teşekkür olabilir mi ??
Susmak yeterince anlatabilir mi yaşadığınız mutluluğu..
Bazen öyledir..
Bazen bir anda, aniden, hıphızla öyle bir mutluluk sebebi gelir ki elinize.. avuçlarınızın içine..
Öylece kalakalıverirsiniz

19 Aralık 2010 Pazar

Ardından

sııra okkalı bir kıdem basan faili meçhul türküler de,


 artık şahit sayılmıyor yalnızlığıma.


aşk tahrik ederken ruhumu tahribi derin acısı muğlak


 tat kalıyor boğazımda.


soğuk bir gecede ısımak için istem dışı ama


 bol sitemli titrerken
her zaman  en soğuk yorgan bana düşerdi.

17 Aralık 2010 Cuma

Kadere karşı gelmek mi ? Sen bunu bir de bizim köyde söyle. Ve tanrılar diye başlar. Şayet konu  İ.Ö. V. yüzyıldaysa. Kader nedir ? yaşanacakları yaşanmış kılan mı yoksa günümüzdeki gibi kötü biten herşeyi bağladığımız cilvelerinin hat safhada olduğuna inandığımız hatta cilvesi yüzünden kendimizi bir anda totemin içinde bulduğumuz olaylar zinciri mi? elbettte böyle bakılmıyordu antik yunanda Dionisos'un öldürülüp tekrar dünyaya gelmeside bir kaderdi...değil mi? veya diğer yüzlerce tanrınında bir kaderi vardı. bu tanrılar insanların kaderlerini belirlemekle meşgul oladursun biz de hani filmlerde olur ya konuya girilir herkes susar ve bi anda sahne o anlatılan döneme geçer işte bizde onu yapalım
Zeus Semele’ye aşık olur ama karısı Hera onu kıskanır. Hera yaşlı bir kadın kılığına girer ve Semele’ye Zeus’un ona güçlerini göstermesini söylemesini söyler. Zeus gücünü gösterirken Semele yanar ve karnındaki yedi aylık bebeğini düşürür. Zeus bebeği kurtarır ve baldırında saklar. Daha sonra Tanrı Dionysos Zeus’un baldırından doğar.  Bu kadar güçlüklere karşılaşan dionysos elbette ki iyi bir tanrı olmak zorundadır değil mi şarabın sadece kafa yapıcı etkisinden bahsetmez aynı zamanda vücuda yararlarındanda bahseder  yenilik destekçisi ve barış aşığı bir tanrıdır
dionysos aslında hem tragedya hem de komedya yaratıcısıdır  çünkü acı çekme ve ölümün, sevinç ve yaşam ikileminin tanrısıydı.
 dönemin insan figürü,
Herakleitos, evrende değişmeden durma diye birşey olmayacağını temellendirmeye çalışmıştı.Pratogaras, Herakleitos’un öğretisine dayanarak; bütün olabilirliği kendisinde toplamış olan anamaddenin, sürekli bir akış içinde olduğunu ve bu yüzden hiçbirşeyin belli olamayacağını söyleyerek, Herakleitos’un kosmolojik düşüncelerini yeryüzüne indirmiş ve ondan saltık bir varlık olamayacağı sonucuna ulaşmıştır.aslında insan herşeyin ölçüsüdür ancak şimdiki dünyadan farklı olarak düşündüğümüzde antik yunanda tanrılar cezalarını olay olduktan hemen sonra yani hatayı yapan yaşarken keserler ancak şimdi bütün gübahların bir sonraki aşamada cezalandırılacağı söylenmektedir. antik yunan yazarlarından bahsederken relativist bir mantıkla düşünmek bizim konu üzerinde saçmalamamıza neden olur.                 (devamı olabilir )
 

13 Aralık 2010 Pazartesi

Anılara Hapsolan Geçmiş


Bu gün iki avucumu  dolduracak kadar güneş çaldım gökyüzünden. Ceplerimde sakladım. Omzuma gelen otların arasında buldum tüm kaybettiklerimi. Avucumda kalan güneş kırıntıları dünyamı aydınlatmaya yetti. Otobüs yolculuklarında bir şeye benzettiğim  o bulut güneşin önünde erirken anlatmak istiyordu seni bana. Peki neydi bu kadar gökyüzünün anlatmak için can attığı şey hı ? Gökyüzü hep bir ağızdan anlatırken seni,bir çiçek kopardım hamurum olan topraktan, her  isminin zikir edilişindeki bu  heyecan artık seni hatim ettiğim  anlamına geliyordu beraber girdiğimiz ayıp ibadetlere inat...

Geçmişte kalan anılarımız geliyor gözümün önüne ve fısıldıyor kulağıma,her yastığı hissedişimde.Aramızdaki zaman  farkı  benim  seni geçmişte bıraktığımın kanıtı mı bilmiyorum bunu ne kadar güzel anlatmak istesemde hoş görünmeyecek  artık eski de kalmış bir aşk...  Büyükler o köprünün altından geçen suları seyre devam etsin  ve bunu bir ders konusu yapsın ancak seninle ilgili artık benim derse ihtiyacım yok 
 Gökyüzünden çaldığım güneş yerini karabulutlara bırakırken bile bu bir aşkı anlatan yazıydı ve karabulutlar bile masum geliyordu bana.Sırf kurumuş kalbini ıslatmak için sağnak yağmurlar sıralarını bekliyordu.
Karda oynayan eldivensiz çocuk kadar hissizdi kalbim artık. Yaşadıklarım sadece bir hayalden ibaret miydi? Hatırlamıyorum. Neden her defasında Genç Werther ben oluyordum. Ve beraber ağlıyorduk intiharımıza gözlerimiz dolup ruhumuz ağlarken,bu sefer engel olamıyorum yarattığın sızıya.Bana geçmişsin gelecek dolu... Susuzluğun içimdeki nehir kadar uzun,melodileri ruhuma işleyen çığlıksın suskunluğundan korktuğum
           İki elinle kaç duyunu kapatabilirsinki; Kokunu hissedip ruhunu görmemi şarkımızı söyleyemeyi sağlayabilirmisin?Bana hiç seni yaşamamış olmayı kanıtlayabilir misin?   

12 Aralık 2010 Pazar

İnsancıl Bir Ölüm

         Gerçekten bana biri şu kadar ömrün kaldı falan desin de hayatı hissedeyim istiyorum. Sanki kendimi bıraksam şimdi ayaklarıma yığılırım. Aldığı nefesin ciğerlerime dolmadan geri çıkıyormuş gibi. Hızlı hızlı nefes alıyorum nefes aldığımı hissetmek adına. Nefessiz kaldığım anlarda bunu yapıyorum ve işte o an diyorum ki hala ciğerlerime dolmuyor sizin havanız. Sizin gökyüzünüz. Sizin insanlığınız bana erişemiyor. Ben ki onu kısa kısa sadece yaşadığımı hissetmek için kullanıyorum. Kalan zamanlarda ise bir ölüyüm.Yaşamaktan çok çok daha zahmetli. Kendini bıraktığınız o leziz ve insancıl duygularınızdan ben tiksiniyorum. Ben kendimden ve insanlığımdan nefret ediyorum.                    İhtiyaçlarımdan ve yaşama zorunluluğumdan nefret ediyorum. Siz kendiniz dışında bir şeyler olmadan gerçekten yaşayabilseydiniz kimse kabuslarından korktuğundan söz etmezdi. O uykunuzdan sizleri sıçratan ve her gece gelebilirliği ile sizi tüm yolunmamış tüylerinizden bir bir çekip bayıltan uykunun içine gömen kızgın kabuslarınız
      Kendimi aynada daha net görmek istediğim için gözlük kullanmaya başladım. Gözlerim bile gördüklerimi puslu hale getiriyor artık. Bıraksam hiç görmeyecek ve silecek. Düşünsenize silinecek tüm gördüklerim. Nasıl silinebilir ki? Tüm o boktanlığıyla hayat içerisinde kırıntı bırakıyor. Dönüş yolları can kırıntılarıyla dolu ve ben onları görmeyecek kadar kör olursam size benzemez miyim? Sonra sadece kabuslarımda mı başlar o kötü olan her şey, aslında hayatın bir yansımasıyken...
 Belki de sadece hala hayalleri olan birine sarılmayı istemişti tüm hayalsizliğiyle. İşte anahtar cümle bu! Hayalsizliğimiz. Yaşamımızın boktanlığı. Mutsuzluğumuz. Kırıklarımız. Hepsi hepsi bu kadar göz önündeyken bunları elimizin tersiyle itip başkalarınınkine çöreklenme isteğimiz. Biz ki bunların hepsini ama hepsini hak eden bireyleriz. O hayal ediyorum diyen bile aslında sadece kendini kandırıyor bu hayatta. Herkes karstik şekillerdeki kayaklıkların birer kıyı olduğuna inanmış. Diyorum size yüzmeyi o kayalara tırmanırken bildiğinizi mi sandınız. Şimdi kayalar tuzlarını bırakacak ve yahu kaya bile eriyecek! Siz nasıl dayanabilirsiniz ki daha fazla yaşamaya!

Evet, hep böyleydi hep yadsıdık... Hep... hep.... Kimse kendindeki yetisizliği ve güçsüzlüğü ve o nefret ettiği her şeyin kendinde oluşunu kabul etmedi! İhtiyaçlarımız var, zaaflarımız var. Bir sürü anlam, açıklama getirmeye çalıştığımız dürtülerimiz var. Kabusuyla bile geçinemiyor ki insanlar, onlar kendileriyle geçinemiyorlar ki...
 Her şeye rağmen, insanlar nasıl çabalar harcıyorlar ya nasıl!
Hadi kabul ettin yaşamayı, ulan bas bas bağırıyorlar öleceksin bir gün diye, sen hala dur şunu da yapayım bunu da yapayım... Eriyip gidecek kayaları kıyı belleyip bir iki konaklayayım! Ölürken bile aklında şunu yapmamıştımlar olacak!

10 Aralık 2010 Cuma

Peki Neydi O Şey

            Güneş bir anne şevkatiyle yıldızları örtüyor ve günün geri kalan umutlarının sönmemesi için  hazırlanıyordu .yeni doğan yıldızlar hep birlikte ilk ışıkları ile nöbeti devralan güneşin dansını izlemek için izdiham yaratıyorlardı. Arada kayıp düşende oluyordu.
            Sessiz olsun istemiştin, sessiz olsun istemiştik. Bu yüzden de geceydi bizim en güzel dansımız. Gece sessizdi. Ölüm gibi sessiz. Ölürken de kimseyi duymazmışsın. Öyle derler. O yüzden yaşıyorken biz, ölüm sessizliği zamanlarında konuşuruz ya hep. İşte o gece de ölüm konuşmuştuk yaşamın içinde, delilik kusmuştuk en gerçek halimizle. Uçuyordum ben ve sen bana tutunuyordun, sen düşüyordun dibe ben de gelmek istiyordum yine. Varoluş bir dansla başlamıştı ve böyle de sürecekti. Biz hep bir gecede tüm ölümleri susturacak dansı yapacaktık.
             Konuluyorduk yine. Durmadan. Bizden çıkan sesler, cümleler başkalarını teyet geçiyordu. Ama bazısı cidden vuruyordu onların yüzüne. Mide krampları başlıyordu gecenin bir vakti. Koşarak kalkıyorlardı yataklarından. Yükselecekler ve tavana vuracaklardı neredeyse. Biz konuştukça onlar silkeleniyordu. Biz susunca düşüyorlardı. Normal bir hayat yaşadıklarını sanıyorlardı sonra.

             Bazı bazı bizi buluyorlardı… Kaynağını görüyorlardı bu helezonik yaşamın.

            Bak şimdi bir kıpırtı var yine. Kızgın yine insanlar. Bakmak istiyorlar camdan. Toplanmışlar avizeli odanın etrafına. Camlardan sarkıyorlar. İçeriye önce el sallayacaklar ama kimse onları görmek istemiyor. İçlerinden biri pek sert yumruk atıyor cama. Elleri acıyacak diyorum, içim burkuluyor. Sen hayır diyorsun, sakın üzülme. Evi başımıza yıkacaklar şimdi. Duyuyor musun kalabalığı? Söyle rahat bıraksınlar bizi
           

Bu Ne Ulan

                         Almanlar Yenilince Bizde Yenilmiş Sayıldık      
            Evet güzellik geçici bir kavramdır anneden kızına ondan da kızına geçer ve bütün erkekler de iç güzelliğe bakar. Şimdi biraz düşünelim siz hiç ben dış güzelliğe bakarım diyen bir kadın veya bir erkek duydunuz mu ?
                        Nietzsche Ağladığında Bizde Ağlamış Sayıldık
            Peki bir şey soracağım. geçmişin ne zaman geri döneceği hakkında bir fikri olan var mı ? Hani eskiden  pazar günleri yapılan kahvaltılarda tüm aile oturur masaya ve mutfaktan yumurtalı bir şey kokusu gelirdi hıh evet evet işte o kokuyu hala hatırlayanınız var mı ? yoksa bir yerler mi açık çünkü burası bildiğin esiyor kıvamında,ama oturtmak gerekiyor muhabbeti sofranın telkisine .Bu hafta sonu bir gün rakı içme günü müymüş neymiş? iktidar mı koydu böyle bir günü yoksa daha önceden yoktu. Kendine marjinal diyen tüm andavallar da akşam  için rakı filan yazmış meşhur feysbuk statulerine ve hani biz her gün içen insanlarız  diyorlar  kendini rakıyla methetme çabasına bürünen ergenler.
                       Cesurun Bakışı Korkağın Kılıcından Keskindir!!!!!!!!
        Sizi bir gerçekle daha yüzleştireyim V for Vendetta'daki Natalie Portman'ı kurtaran  o herif benim. Evet şaşıracağınız biliyordum ama bu sırda benle daha nereye kadar yani. 
       Son olarak üzerimde emeği geçen,beni bu dünyaya getiren,yumurtaya can veren Rabbime teşekkür ediyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Yaşam Mimarı Modernite

          ''Dünyayı dolaşan gemici Ulyyse ile yalnız zanaatkar Robinson'un hikayesindeki evrensel toplumsallaşma, bu nedenle,burjuva çağının sonunda ortaya çıkan  mutlak yalnızlığı başından beri içermektedir. her ikisi de ancak  diğer insanlardan tamamen ayrıyken tümlüğü gerçekleşmektedir''.(MAX HORKHEIMER)
(Münekkite  mukaddime ile başlamak icap etti yine. ve emin olun bütün yazının da ana temasını oluşturdu.)

         Modernite nedir? Aslında muğlak bir kavram ...  Ya da geleneksel tüm diğer kültürlere karşı duran karakteristik bir uygarlık tarzı  aslında sözcüğün kendisi yeni olsa da  süreç daha eskilere dayanıyor  bazı  avrupai yazarlara göre  modernite tarih olarak rönesansla başlar  Herkesin kendine özgü yaşayarak kendine özgü giymesiyle  modanın oluşumu  modernitenin nihayet tarih raflarında   yer almasına bi nevi katkı sundu.
       Geleneğin bütün kültürlerde aile bazında ortaya çıkarak kuşak çatışmasını tetiklemesi  ile  insanlar modernlik ve aile arasında seçim yapmak zorunda kaldı. bazı güruh topluluklarda uygarlık kavramı hala tartışılmaktadır. 
      gelenekse ister politik olsun,ister ideolojik ,ister dini  ya da psikolojik  tamamen ailevicilik tarafından tohumlanır. Bu durumda modernitenin gelenekle ilişkisi her zaman için bu ailevicilikle bir karşıtlık  tarafından belirlenir. Hatta modernitenin temel karakteri bu karşıtlıktır. Ama aileviciliğin  en açık tezahür  bulduğu biçim olan otoriteden bu kadar kolaylıkla kurtulunamaz.
      modernite kavramı bu şekilde yayılacağından zaman içerisinde güçlü eleştirilere de maruz kalacaktır. ve toplumlar aslında bilinç ve eğitim sınavını moderniteyle olmuştur. Batı kültürünün oryantalistlere göre bir bakıma demokrasi ve özgürlüklerle (özgürlükten kasıt bireysel özgürlük değil )
daha önce tanışmasına neden olmuştur. Tabi bu konuya değinirken batıdaki aile tanımının doğuya nazaran daha esnek olmasında moderniteye  bir bakıma öncü olma olasılığı sunmuştur.
                      MODERNİTE KARŞITLIĞI
      Modernite karşıtlığı her dönemde baskın çıkabilir . Modern zamanlardaki modernite karşıtlığı başka , bir yerde bireyleşmenin  ''çocukluk hastalıkları'' diye adlandırdığımız   ve tümüyle  yitirilen ailevi  topluluk özleminin getirdiği şeydir. 20 yüzyılda faşizmi nazizmi tanıdık. (sol oluşumlardan daeklenebilir) Günümüzde  kökten dinciliklerin  yükselişine tanık olmaktayız  bunlar bir bakımada holizm içerir. ve tarihte derin yararlar bıraktığıda söylenebilir.
        GÜNÜMÜZDE MODERNİTE
Bu gün içinde bulunduğumuz sivil toplum örgütleri veya sosyalizmi veya anarşiyi ideoloji olarak savunan örgütlere baktığımızda bir bakıma modernite karşıtlığı ve holizm mantığına bürünüldüğü açık  şekilde görülmektedir  Ancak bu konuyu neden kimsenin eleştirmediğine anlam veremyiorum en azından okuduğum eleştirilerde genelde yapıcı ve şakşakcılardan gelen eleştiriler...
 21 yüzyılda holizm mantıklı ilerleyen örgütler bireyler arasından seçilen  ve sivrilmekte olan bireyleri  düşünce yandaşlarına dayatır.  ve bu görüşü desteklerken kumanda görevi gören birey ''arada kalmanın'' zararıyla  modernite bazında evrimini düşsel olarak gerçekleştiremez. Ona dayatılan ve her konferans veya toplantıda  görüşü istenen kumanda birey artık kendi düşüncesini değil örgüt adına reel ve gerçek kıstasları  görüş olarak belirleyecektir.Günümüzde  modernite bireyin aileden kopmasına marjinal fayda sağlarken bireyin kendi görüşünü zarara uğratabilir.holizm mantıklı örgütlerdeki kumanda bireylerin örgütü temsil amaçlı gittikleri siyasetler toplantılarında veya  yerel toplantılarda kendi düşüncelerini değil örgüt düşüncesini yansıtır. çünkü bireylerin tam olarak kendisini yansıttığı bir örgüt olamaz ve bu bir ütopyadır. bireyler ancak ve ancak yeni gelen bireyleri kazanmak için onlara özel durumlarda söz hakkı verir pohpohlanma amacı güdülür. Bu da  holizmi hala yani 21. yüzyılda saygı görüp kullanıldığının sebebi olmalıdır. peki bireyin saygı görmesi mi ?Yoksa bireyin düşüncesinin azda olsa ortak olduğu bir kişiliğe bürünmeyen  düşüncenin saygı görmesi mi ? 


      
        

7 Aralık 2010 Salı

Oğuz Atay (ula bunun ilk 2si nerdedirr )

ÜÇÜNCÜ ŞARKI
Siz de benim gibi,
Günleri
Sevgiyle isteyerek
Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi. Ata'nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocugu olarak yayan,
Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)
Hergele Meydanı'nda bu sarı ve tozlu alan
İğrendirmediyse sizi,
Bir taşra çocugu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi)
Oysa,
Aynı Hergele Meydanı'nda
Gölgede on beş, güneşte yedi buçuga tıraş eden
Berberleri görmeden
Yalnız renkli yanını yaşadıysanız hayatın
Ve hergele ve beygir olduğunu duymadıysanız atın
Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kağıdı satmadınızsa,
İçinde aüt ve salebin olmadığı 'donduma kaymak'tan tatmadınızsa
(Aynı Hergele Meydan'ında)
Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka- Selim'in yanında)
En bayağı ve en müstehcen
(Fakat fiyatı ehven)
Romanları kiralamak içingecesi beş kuruşa
Samanpazarı'na çıkan yokuşa
Değilde sağa sapın. Etiler'in at oynatmış oldugu Ankara'da
Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,
Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma
Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada
Yığılmış bir tezgahın üzerine. 'Geceleri Okumayınız'
Orhan Çakıroğlu'nun maceralarını.
Selim Işık, dünü bugünü yarını
İşte bu ortam içinde öldürdü.
Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.
Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların ucuz yaşantısı
Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı
Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.
Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.


Altımızda kalabalık bir aile otururdu.
Masasının üzerinde bir kuru kafa dururdu,
Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet'in
(Sırıtan kabustu benim için.)
Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız
Beni korkutmaya yok hakkınız
Herkes doktor olamaz ki,
Siz bana iyisi mi
Nazım'dan şiirler okuyun.
Hani şu 'Culus-u Humayun'
Diye sözlerini pek anlamadığım
Fakat mısralarının sesini sevdigim şiir,
Bir de 'Ölüme Dair'
Sonra da Liszt'in İkinci Macar Kampanasını
Ve Puccini'nin Tosca Operasını
(Canım, mandolinle çaldıgım arya)
Çalarsınız gramafonda.


Bir yumuşama gelir yüzüne
Kafatası durur gene
(Fakat bir tülbentle örtülü)
Caruso'nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız
Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.


Cranium fibula radius
Sacrum patella carpus
Nasıl ezberlenir Allahım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?
Saffet kulun anatomiden çaktı,
Selim kulunla oynamayı bıraktı.
Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş
Ve garı meşru karısı (yavaş
Söyle duymasınlar) . Bana yüz vermiyor bahçede güzel kızı
(Oysa bahçede geçirdim bütün yazı)
Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,
'Sen de arkasından çıksana ahmak! '
Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.


En üst katta, karrşımızda, Airf Beyin refikası
Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?)
İster taşrada ister İstanbul'da olsun
İster burnunuza mangal dumanı dolsun
İster merdiven sahanlıklarınızda
Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,
Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu
İçinize işleyen 'alaturka'nın. Küçük yaşta içirilir yavaşça
Derinin altına (çiçek aşısı gibi) . Arkadaşça
Sokulur okşayarak,
'Sine-i suzanımı' eder helak
Pek tesiri duyulmasada gündüz
(çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,
Ya da paydos zilini bekleriz dairede)
Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede
Ve bilmem kaç kilosıklda başladı mı yayına Türkiye Postaları,


Yatağında zevkle inletir hastaları
Hemen fasıl heyeti,
Duyulur dört bucagında yurdun. Akşam nöbeti
Tutan sınrdaki erden,
İki kere mars oldu üstüste diye, terden
Pantolonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail'e kadar
Herkesin cigerine mikroplu havayla birlikte dolar.


Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü
Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.
Efendiyi ve uşagı birlikte mesteden
Makamdan makama ve besteden
Besteye geçerekten
'Tek tek ataraktan bade süzerekten'
'Çıkmam Allah etmesin meyhaneden'
Çıkmam korkusuyla alaturkasıyla beni kahreden
İçki Evinden, ölmeden önce.
Bence
Alyuvar, akyuvar, bir de alaturkadan mürekkeptir kanımız'
Dinlerken sıkılsada canımız,
Nasıl birşeydir (acaba güzel midir?)
Kim bilir.


Benim kanıma giren başka bir sanat:
Darülbedayi'de tuluat.
(Taşırım bugüne izlerini.)
Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,
Bana gebe kaldıgının yedinci ayında,
Tepebaşı'nda, tiyaronun salaş sarayında
(Darülbedayi'de) Hazım'ın 'Lüküs Hayat' oyunuda,
O kadar gülmüş, o kadar gülmüş ki, sonuda
Korkmuş, birşey olacak diye karnındaki Selim.
Oysa Selim, bildiginiz gibi, elim
Olmak isterken gülünç oldu bu sayede
Büyük bir inhiraf oldu gayede

1 Aralık 2010 Çarşamba

-Hiç-

Sön kısacık mum sön! Ömür bir yürür gölge; zavallı bir kukla ki sahnede salınıp çırpınarak saatini dolduruyor, sonra bir daha adı duyulmuyor: Bir aptalın anlattığı bir masal bu; sırf gürültü patırtı; bir anlama geldiği de yok! (Machbet,William Shakespeare)

David Lynch Filmleri ve Anlamamak Üzerine

Sinema kuramına absürd terimini  ekleyen dahi yönetmen David Lynch:
Herşeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, çünkü aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel birşeydir ve herkese göre değişir
Küçük kasabaların hayranı Lynch, filmlerinde karanlık ve çürümüş ortamları, rahatsız karakterleri, kutuplaşmış dünyayı (melekler/şeytanlar; rahibeler/fahişeler) yansıtmayı seviyor. Şiddet içeren sahnelerde sık sık ağır-çekime başvuran yönetmen, şarkıcı/müzisyenlere filmlerinde roller vermesiyle de tanınıyor ("İkiz Tepeler"de Chris Isaac ve David Bowie; "Dune"da Sting; "Kayıp Otoban"da Marilyn Manson gibi). 80'lerde Isabelle Rosselini ile medyanın yakından takip ettiği bir ilişki yaşayan Lynch'in kızı Jennifer Chambers Lynch'i de yönetmenliğini yaptığı "Boxing Helena - Helena'yı Sarmak"tan tanıyoruz. Lynch'e göre hayat çok çok karmaşık birşey ve filmler de öyle olmalı... "Bence insanlar hayatın anlamsız olduğunu kabul etmiyorlar" diyor Lynch. "Bu insanları çok huzursuz ediyor. Dinler ve mitolojiler de zaten sadece hayatı anlamlı kılmak için icat edilmiş şeyler..."
aynı yılmaz güneyin dediği gibi, durup, bize dışarıdan kimsenin nerdeyse hiçbir zaman göremeyeceği bir gözle, sade bi şekilde kamerayı dışa koyarak değil, kamerayı o adamın iç dünyasına yerleştirerek açıklamaya çalışmıştır. işte budur büyüleyici olan,ve aynı zamanda sanat olan.
PEKİ BU GÜN ANLAMAK İÇİN NEYAPTIN
sinema nedir? görüntülü fotoğraftır bi bakıma , akan fotoğraftır. bu noktada mesela memento'yu anlayan insan david lynch'e gelince halt (dur) eder. memento insanın sinematografik sınırıdır. ordan ötesi. anlaşılmazdır. üstelik anlamıyorum dan öte, anlamak gerek. oysaki bütün filmleri insanların her nevisi, her kültürü, her bireyi farklı anlar: anlamlandırır.

bak mesela david lynch'ten ötesi de vardır bu konularda. kült sinemaya bir gözatmak icabeder bu noktada. ama varsa yoksa "anladım, anlamadım" fal mı oçuyoruz.

abi otur, sana çağrıştırdığı şeyleri yaz bi kenara. ha yazıyorum yazıyorum "this is a pencil" çıkıyor diyosan. o zaman otur biraz kendine emek harca ya. hep sevgiline, kariyerine, okuluna, ailene vermişsin emeği demek ki, kendine de bi yatırım yap.
anlamak değil, anlamlandırmak; anlamlandırmak değilse, okumak (film okumak) olabilir. herkes okuyor zaten . sen de etrafını oku, dön kendini oku. korkma .yüzde 99 zaten bu kelimeyle başladığını düşünüyor bütün macerasının.
aslında bu ne geçmiş ne de gelecek şimdi
bir ıssız yerdeyim ne derdimi almışım ne de keyfimi
yalnızca düşlüyorumm ve her düşünce eklenince bana
diğeride uçuyor tütünümün dumanıyla semaya

mukaddime

hayata ve yaşama  dair...